Princess Mononoke Üzerinden Sinemada Gönül İklimi

Princess Mononoke Üzerinden Sinemada Gönül İklimi

Amerika’daki sinema salonlarını şenlendiren o güzel haber ekranlarımıza düşer: Studio Ghibli’nin seçme filmleri, özel gösterimle yeniden beyazperdede…
Karanlık salon, kırılgan ışık huzmeleri ve içimize düşen çocukça bir heyecan… Bu yılki film: Princess Mononoke.
Ghibli sinemasının kendine has doğallığı, felsefî katmanları ve kalbî derinliğiyle film başlar. Ashitaka belirir sahnede. Söz değil, duruş konuşur.
Ve jenerik aktığında dudaklarımızdan dökülen o cümle olur:
“Bu çocuk… Ashitaka… tam bir Hizmet insanı ya!”
Önce tebessümler, ardından uzun bir sükût…
Çünkü Ashitaka’nın hâli bize oldukça tanıdık gelir.
Sadece bir karakter değil, bir duruşu; bir mefkureyi, bir gönül çizgisini hatırlatır.

Hayao Miyazaki yalnızca bir yönetmen değil; aynı zamanda bir anlatı filozofudur. Onun eserlerinde teknolojiyle doğa, hızla denge, şehirle ruh sürekli bir karşılaşma hâlindedir.
Miyazaki, klasik anlatıların aksine iyiyi ve kötüyü keskin çizgilerle ayırmaz. Ona göre kimse mutlak kötü değildir; herkesin içinde bir hikâye, bir neden, bir kırılma vardır.
Özellikle Princess Mononoke’de bu tutum oldukça belirgindir.
Film, modern dünyanın yapı taşlarından biri olan sanayileşme sürecine içeriden bir bakış sunar.
Demir Şehir, yalnızca bir üretim merkezi değil; insanın doğayla kurduğu dengenin bozulduğu bir çağın temsili gibidir.
Lady Eboshi, şefkatli bir lider, iyi niyetli bir kadındır; ancak bu çabası fıtratla tam anlamıyla uyum içinde değildir.
Doğayla birlikte yaşamak yerine, doğayı dönüştürerek bir düzen kurma arzusu ön plandadır.
Miyazaki’nin bu anlatısı, 19. yüzyılın Sanayi Devrimi sonrası ortaya çıkan “hızla ilerleme” fikrine bir itiraz gibidir:
Daha çok üretmek, daha çok kalkınmak... Peki ama ne pahasına?
Doğa görmezden gelindiğinde, ruh ötelenip yalnız bırakıldığında, insan gerçekten “gelişmiş” olur mu?

Zira Hizmet, insanı maddî bir başarı makinesi olarak değil; ruhuyla, kalbiyle, vicdanıyla bir bütün olarak görür.
Filmin merkezindeki karakter Ashitaka, sıradan bir kahraman değildir.
O, öfkenin dilinden uzak duran; yargılamak yerine anlamaya çalışan; taraf tutmadan hakikate yönelen biridir.
Filmin başında halkını korumak için ormandan gelen bir yaratığı durdurur; fakat bu sırada lanetlenir.
Koluna yayılan siyah bir iz, aslında insanoğlunun iç dünyasında da oluşan öfke, kibir ve hükmetme arzularının sembolüdür.
Ashitaka’ya bulaşan lanet, dışarıdan bakıldığında bir zayıflık gibi görünür.
Oysa bu karanlık iz, onun iç dünyasını aydınlatan bir fener hâline gelir.

Bu acı, bir rahmete; bir mefkureye dönüşüm vesilesine döner. Ne öfke taşır ne kin. Anlamak, şifa bulmak ve şifa olmak için yürür. Bu hâl, bir tür seyr u sülûkün başlangıcıdır.
Ashitaka’nın yolu, Demir Şehir adlı merkeze çıkar.
Burası sanayileşmenin, düzenin ve üretimin sembolüdür.
Kadınlara fırsatlar sunan, dışlanmışlara kapı açan bir lider olan Lady Eboshi tarafından yönetilmektedir.
Fakat tüm bu iyiliklere rağmen şehir, doğayla uyumlu bir gelişim çizgisinden uzaktır.
Eboshi’nin anlayışı, doğayı bir bütün olarak değil, bir araç olarak görür.
Bu anlayış karşısında doğanın iç sesiyle yetişmiş bir başka karakter vardır: San.
San, ormanın ruhları tarafından büyütülmüş genç bir kadındır. İnsanlara güvenmez.
Doğayı korumak için mücadele verir — fakat zamanla bu mücadelenin dili öfkeye dönüşmüştür.
İnancı haklıdır, ama yöntemi yorgundur.
Ashitaka, bu iki zıt dünyanın ortasında durur. Ne Eboshi’nin ilerleme tutkusuna kapılır, ne San’ın öfkesine...
Her ikisini de anlamaya çalışır.
Ve tam bu noktada o meşhur cümlesiyle karşımıza çıkar:
“Ben taraf değilim. Ama sizin birbirinizi yok etmenizi izleyemem.”
Bu cümle, Hizmet insanının en temel ilkesi olan müsbet hareketi hatırlatır:
Yıkıcı değil yapıcı, tepkisel değil dönüştürücü bir duruş.
Hocamız bu tavrı şöyle tarif eder:
“Tavırları itibarıyla herkesle uyum içinde olmaya çalışır; hiç kimseyle cedelleşmez, hiç kimseye karşı düşmanlık beslemez.”
(Çağlayan Dergisi, 2020)
Ashitaka, lanetli kolundaki gücün etkisiyle olağanüstü bir kuvvet kazanır.
Bu güçle bir grup insanı tek başına durdurur — ama onun niyeti asla yok etmek değildir.
Gücünü öfkeyle değil, şuurla kullanır.
Tam o anda, halk onun gücünden korkmaya başlar; ama Ashitaka kendini kaybetmez.
“Bakın herkes! Nefret işte böyle bir şey! Seni ele geçirdiğinde yaptığı budur!
Beni diri diri yiyor ve çok yakında öldürecek! Korku ve öfke sadece onu daha da büyütür!”
Bir başka sahnede şöyle der:
“Nefretle bulanıklaşmamış gözlerle görmek istiyorum.”
Hocamız “Yeryüzü Mirasçıları” yazısında şöyle der:
“Hizmet insanı; insanların hakikî yüzünü, niyetini, fıtratını görmek ister.
Kötülüğe değil, içlerindeki iyiliğe seslenir.”

Ashitaka’nın liderlik gibi bir iddiası yoktur; ama davranışları, kararlılığı ve sorumluluk bilinciyle kendiliğinden bir lider hâline gelir.
Halkını korumak için kendini öne atar, gözünü kırpmadan mücadele eder.
Ashitaka, başkalarının derdiyle dertlenir. Kendi acısı varken bile, başkalarının sıkıntılarına koşar.
Film boyunca onun îsar ruhuyla hareket ettiğine şahit oluruz. O kalpte yalnızca kendi davası değil, başkalarının yarası da yer bulur.
Tıpkı Hocaefendi’nin tasvir ettiği o “küheylan gibi” hizmet eri gibi, Ashitaka da yorulmaz.
Karanlıkları aydınlatmak için gece gündüz demeden mücadele eder.
Fıtrî gayreti, derin bir mefkureyle birleşmiştir.
Ashitaka kimseyi suçlamaz, yargılamaz. Her karakterin içindeki hikâyeyi anlamaya çalışır.
Kalbinde herkes için bir yer vardır. Bu, Hocaefendi’nin sıklıkla vurguladığı “kalbinde herkes için yer olma”, “herkes için rahmet, şefkat menfezleri arama” düsturunun sinemadaki bir yansıması gibidir.
Her bir varlığa, her bir ruha sevgi ve şefkatle bakar.

Filmin sonunda büyük bir kırılma yaşanır.
Ormanın ruhu zarar görür, şehir sarsılır.
Ama Ashitaka’nın sabırlı ve ilkeli duruşu sayesinde yeniden bir yön tayini başlar.
Lady Eboshi, doğayla daha uyumlu bir yaşamın kapısını aralar.
San, insanlara güvenmese de Ashitaka’ya güvenir.
Ashitaka ise şehirde kalır; ama liderlik için değil — destek olmak, gönülden katkı vermek için…
Çünkü onun derdi görünmek değil yaşatmak, hükmetmek değil hizmet etmektir.
Kendini değil, iyiyi; barış köprüsünü yaşatmaya çalışan bir dava eri gibidir.
Princess Mononoke, yalnızca doğayla insanın ilişkisini değil; modern dünyanın ruhla, tabiatla ve hakikatle kurduğu bağı da sorgulayan bir eserdir.
Ashitaka ise bu sorgulamanın içinden çıkan berrak bir cevaptır:
Ne susar, ne bağırır.
Ne yargılar, ne de göz yumar.
Yalnızca kalbiyle yürür.
Ve salonun ışıkları yeniden yandığında içimizde şu soru yankılanır:
“Ben Ashitaka gibi yürüyebilir miyim?”