Bana da Bir Haller Oluyor!

Bana da Bir Haller Oluyor!

Baharda açalım diye, hazan mevsiminde toprağa gömülmüş birer lâle, sümbül, çiğdem, kardelen ve ağlayan gelin soğanlarıydık bizler. Gelin görün ki, öyle çetin bir zemheri soğuğu vurmuştu ki “Bismillah” deyip çatlamaya enerjimiz var mıydı bilemiyorduk. Sadece bir baharda değil, her baharda yeniden açalım, âlemleri seyre duralım istiyorduk oysa ki. Güneş’in eteğine tutunup, Güneş’in gezip uğradığı her yere uğramaktı hayalimiz, bunun da tek çaresi mülayemette bulunmak, hayatta kalmaya çabalamaktı. Bu hengâmede donmuş heyecanlarımın üzerine ışıyan lambalardan birisi oldu Hocaefendi'nin Kütüphanes, semineri.

İlk yılında tatlı bir rekâbetle 10'a yakın kitabın kodlamasını yapmış, ilk kez duyduğum eser ve eser sahipleri ile kendilerine defalarca atıfta bulunulan çoğuna aşina olduğum kâmetleri nakış gibi tabloya işlediğimi düşünmüş, ahirete kadar taşınabilecek bilgilerin derlenmesinde vazife almaktan dolayı büyük lezzet almıştım. Dahası, artık gün geçtikçe zenginleşen bir kitaplığa sahip olmaya başlamıştım. Kodlamalar kadar, Kerim Hoca ve sâir hocalarımızın satır aralarında atıfta bulunmalarıyla Umberto Eco’dan, Thomas More’a, Pascal’dan, Filibeli Ahmed Hilmi’ye, Oğuz Atay’dan, Şeyh Galip’e kadar eserlerini ilk kez okuduğum şahsiyetlerle tanıştım. Belki bir Balcı olamazdım ama ya pekmezci, hiç olmazsa şerbetçi olmayı deneyemez miydim?

Bu yeni dönemin ilk haftasında heyecanlarımın başka bir yöne evrilip dönüştüğünü hissediyorum. Aslolanın bilmek değil olmak olduğu hakikati ile yüzleşiyorum. “Kur’an’ı Arapça bilenler değil, Allah (cc)’ı bilenler anlar.” düsturu bir tebettül çağrısı olarak tınıladı ve betülleşmeye davet etti adeta. Öte yandan” Şüphesiz ki bu yüce Kur’an Allah (cc)’ın ziyaret sofrasıdır. O sofradan gücünüz yettiğince istifade etmeye bakın!” ama unutmayın “kemâluhu zevalühü” dendi bir temkin çağrısı olarak.

Respect Graduate School ile Risale-i Nur’da Anahtar Kavramlar derslerinin kayıtlarını satın alarak tanışmıştım ve çoklarımızın ifadesinde yer aldığı gibi dersler bağımlılık yapmıştı. Bu sanal amfide beslendiğim en önemli şeylerden birisi de cins dimağlara sahip ders arkadaşlarımın zihnimi açan soruları olmuştu. Zira ulema Cibril hadisinde Cebrail (as)’ın Efendimiz (sav)’e soru sormasına “Alimin konuyu anlatabilmesi için talebenin soru sorması aynen tâlimdir” demişler.

Soru Sormak Üzerine

Soru sorma imkanı varken sormama ve sorma imkanı bulamama üzerine edindiğim tecrübelerimi paylaşmak istiyorum.

İlki, Kerim Hoca’ya “Hocam, neden Hocaefendi’nin bir ifadeyi hangi eserden okuduğunu, kendisi hayatta iken gidip sormuyoruz da, kendimizi parçalamayı hedef ediniyoruz? diye soranlardan birisi de ben olmuştum. Sanırım cevaplardan bana en çok dokunanı bunun bir gavvaslık çağrısı olmasıydı. Zira cevabı almak, onu idrak etmek, kabullenmek, kalb ve ruhun derce-I hayatına çıkmada bir basamak edinebilmek anlamına gelemeyebiliyor şuur taalluk ettirilemeyince.

Diğeri üç yılı aşkındır katıldığım bir başka ders halkasında atıfta bulunulan, bir sonraki hafta üzerinde müzakerede bulunulacağı kesin gözüken bir mevzu idi. 25. Söz’de nazara verilen İhlas Suresinin altı cümlesinin her birinin, diğer bir cümlenin hem delili, hem neticesi olmasından müteşekkil sure-I İhlasın içinde otuz altı adet ihlas suresinin bulunması ve bunların tevhid çeşitlerine bakan yönleri bahsi işlenecekti. Ve o ders benim bu ders zincirinde katılamadığım tek ders olacaktı. Bir hafta boyunca kıvrandım, içinde kaside barındıran bir kelime olduğuna inandığım hayat yoldaşımın uygun bir zamanını yakalayabilmek için. Buradaki permütasyon hesabından neler anladığını çok merak ediyordum ama ayak üstü bahsi açmanın ötesine geçememiştim koşturmacadan. Ben sorumu soramadım, o kendi cevabını benimle paylaşamadı, zira tam da o gün O’nun için bir diyar-ı âhere göç etmenin vakti gelmişti. Ben bu göçün içinde kendimce tevhid delilleri yakalayarak ayakta kalabildiğime inanıyorum.

Bahsi, derste Cemal Ağabey’e yöneltilen, Hatırdan Satıra 1’de yer bulmuş, Beşinci Katta kalma sözleşmesinin maddelerinden birisi olan “Sonsuza kadar ders okumak için ders okumada fani olma” ifadesinde, neden ölene kadar denmemiş de sonsuza kadar denmiş sorusuna kendi içimde bulduğum cevapla noktalayayım. Cennet tasavvurlarımızdan bazılarını, burada oluşturmaya çalıştığımız kütüphanenin aslına orada kavuşmayı ummak ve ballar balını bulmamıza vesile olan dersleri, orada insibağa erip devam ettireceğimiz ümidini taşımak olmasın?

Gülbin Acar