Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Arap Dili ve Edebiyatına Vukufiyeti
Dr. Hüseyin KARA
Arap Dili ve Edebiyatı
Dünyanın yakından tanıdığı ve pek çok konuda hakkında yazıların yazıldığı, hatta yüksek lisans ve doktora çalışmalarının yapıldığı bir mütefekkir olan Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Arap dili ve edebiyatına vukufiyetini ortaya koymak diğer yönlerini yazmak kadar zordur. Onun sünnet anlayışı ve fıkıh anlayışı üzerinde kitap neşreden iki önemli ilim adamımızın ortak itirafları da bu düşünceyi desteklemektedir. (1) Pek çok konuya entelektüel bakış getiren ve herkesten farklı ve derinlikli bir ufukla meseleleri ele alan Fethullah Gülen Hocaefendi bir taraftan gelenekçi diğer taraftan da yenilikçi düşünce ve aksiyonu bir bünyede buluşturup ahenkle kaynaştıran ender bir kişidir. (2)
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ilahiyatçı kimliğine destek veren iki önemli haslet var. Birincisi çocuk yaşta denebilecek kadar erken bir dönemde Kur’an-ı Kerim ile tanışması ve onu tamamen ezberleyip hafız olması, ikincisi de dinimizin dili olan Arapça ile genç yaşlarda meşgul olması ve o dönemin çok olumsuz ve de zor şartlarına rağmen Arapça öğrenmesidir. (3) Bu iki temel hususun (Kur’an-Arapça) onun diğer sahalarda da muvaffak olmasını sağladığı görülmektedir. İlahiyat geleneğimizde Kur’an ve Arapçaya vakıf olmadan diğer İslamî ilimlerde üstün bir başarı elde etmek adeta imkansızdır.
Kendilerinin beyanına göre dört yaşında iken Kur’an-ı Kerim’i annesinin rehberliğinde okumaya başlamış. Gündüzleri aleni okumanın zorluklarına karşılık gece uykudan kaldırarak ona Kur’an dersi verdiğini de merhume anneleri söylemişti. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin çocukluk ve gençlik yılları Türkiye'nin ve dünyanın çok çetin yıllarıdır. Bir taraftan yeni kurulmuş bir Türkiye Cumhuriyeti henüz kurumsallaşma sancıları içinde kıvranırken, İkinci Dünya Savaşı da dünyayı kasıp kavurmaktadır. Ancak onun talihli olduğu yönlerinden biri, çok sağlam bir aile ortamında doğup büyümesi, ikincisi de yaşadığı çevrenin Erzurum gibi bir serhat şehri olmasıdır.
Bir insanın eğitim ve öğretim hayatına en fazla katkı sağlayan unsurların başında ailesinin, çevresinin ve öğretmenlerinin geldiğini pedagoglar söylemektedirler. Ancak bütün bu şartlar sağlandığı halde bile eğitime konu olan öğrencideki öğrenme kabiliyeti ve öğrenme isteğinin çok önemli tamamlayıcı unsurlar olduğu da muhakkaktır. Dolayısıyla bilgiyi veren de bilgiyi alan da (öğretmen-öğrenci) şartlar ne kadar namüsait olursa olsun yüreklerini ortaya koyduklarında bu faaliyeti yapmalarına hiçbir şey mani olamaz. Nitekim Fethullah Gülen Hocaefendi’nin tahsil hayatındaki güçlükler onun yetişmesine ve bugünlere gelmesine engel olamamıştır. (4)
İlk hocalarının annesi ve babası olduğunu ifade eden Fethullah Gülen Hocaefendi bu yönü ile dönemin olumsuz şartlarına ve kendi yaşıtlarına göre oldukça talihli sayılır. Zira Kur’an eğitiminde annesi, Arapça eğitiminde de babası ona ilk temel bilgileri kazandırmış ve geleceğe hazırlamıştır. Aslına bakılırsa dönem ne Kur’an öğrenmeye müsaittir ne de Arapça öğrenmeye. Dinî eğitim ve öğretim bir yana, dokuz asırdan beri kesintisiz bu toprakların semasını nurlandıran ezanların bile aslına uygun olarak okunmayıp Türkçeleştirildiği bir talihsiz zaman diliminden geçilmektedir. Bu karanlık, ezansız dönem 1932 ile 1950 yılları arasında 18 yıl devam etmiştir.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin resmi tahsil hayatı da ilkokulda okuduğu üç yıldan öteye gitmemiştir. Korucuk köyünde geç açılan ilkokulda ancak üç yıl okuduktan sonra babasının görevi dolayısıyla ailece Alvar köyüne taşınmaları ilkokulu bitirmesine engel olmuştur. Ancak bu köyde imamlık yapan babasından hafızlık yapmaya başlaması ve sonrasında ilk olarak Arapça gramer kitapları Emsile ve Bina ile tanışmış, tamamen ezberlediği Kur’an’ı doğru ve düzgün okuyabilmek için de her gün 7—8 km’lik yolu yaya olarak katedip Hasankale'de bulunan talim hocası Hacı Sıdkı Efendi’den tecvid ve kıraat dersleri almıştır.
Yazının ilerleyen bölümlerinde Arapça hocalarına, okuduğu Arapça gramer ve Arap edebiyatı kitaplarına ayrı ayrı temas edilecek olmakla beraber, burada Arapça ile ilk defa karşılaşması bakımından dört hususun tespiti önem arz etmektedir.
- İlk Arapça derslerini babasından almıştır.
- İlk okudukları Arapça gramer kitapları sarf alanındaki Emsile, Bina olmuştur.
- Henüz Kur’an ve Arapça eğitimi için kurumlar bulunmadığından hâlâ ailevî bir eğitim tarzı sürdürülmektedir.
- Arapça öğrenimine Alvar köyünde başlamıştır.
Arapça öğrenilmeye başlanmış olmakla beraber Alvar köyünde bu eğitimin devamına ve bu sahada ileri derecelere ulaşmaya imkan yoktur. Zira Arapça eğitimi Kur’an’ı ezberlemek gibi tek başına olacak bir eğitim değildir. Mutlaka bir grup öğrenci ile birlikte olması gerekir. Bunun için en yakın Arapça öğrenme yeri Erzurum’dur. O yıllarda şehrin yaşlı, büyük alimleri Arapça İslamî ilimleri okutmakta, genç hocalar da Arapça gramer kitapları okutmaktadırlar. O dönemde Erzurum ulemasi bütün yasaklamalara ve hatta ders okutanların takip ve ceza alma risklerine rağmen Kur’an ve Arapça öğretmekten asla vazgeçmedikleri görülmektedir. Karadeniz bölgesinde de aynı kararlılıkla dinî eğitime ara vermeden zorlu yıllar ulemanın cesareti ile dolu dolu geçmiştir. Bundan dolayı bu bölgelerde din eğitiminde herhangi bir fetret dönemi yaşanmamıştır denebilir. Türkiye’nin diğer coğrafyalarına mukayese edildiğinde bu bölgeler daha şanslı gözükmektedir.
Köyden kente taşınma ve aile ortamından ayrılma kararının sebebi, Arapçayı öğrenerek başta Kur’an-ı Kerim’in eşsiz manasına ulaşmak, sonra Arapça yazılmış İslamî ilimlerin kaynaklarına aşina olmaktı. Bu ulvi niyet yâri de diyarı da terk etmeye ve ondan gelen hicrana sabretmeye değerdi. Nitekim bir sandıkla çıkılan bu ilim yolculuğu Arapça öğrenme ve daha sonra da öğretme aşkı ile sürüp gidecekti. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin gurbette başlayan eğitiminde babasından sonra ikinci hocası, kendisinden sadece 5—6 yaş büyük olan, Alvarlı Efe Hazretleri’nin torunu Sadi Efendi ’den Arapça gramer dersleri okumaya başladı. Bu arada, yarıda bıraktığı ilkokulu da dışarıdan imtihanlarını vererek bitirmiştir.
İlk defa toplu olarak bir arada okunmakta olan Arapça gramer kitaplarından daha önce babasından okuduklarını Sadi Efendi dikkate almadan onu tekrar Emsile’den başlatmış ve iki buçuk ay içinde Emsile, Bina ve Merah’ı bitirmiş, nahiv ilminden de İzhar’ı okumuştur. Bu sayılan bütün kitapların aynı zamanda metinlerini de ezberlemiştir. Harika kabiliyeti hocası tarafından fark edilince Nahiv ilminden olan Kafiye okutulmadan Arap edebiyatından bahseden Molla Cami okutulması oldukça manidardır. Daha sonra Kafiye’nin metnini ezberlemek suretiyle bu açığı kendi kendine kapatmıştır. Osmanlı döneminde, resmî medreselerde Arapça eğitim ve öğretiminde önce alet ilimleri diye adlandırılan (Ulum-i aliye) gramer kitapları ile Sarf-Nahiv okutulurdu. Ardından Mani, Bedii ve Beyan bölümlerini ihtiva eden Arap edebiyatı dersleri okutulduktan sonra İslamî ilimler tefsir, hadis, fıkıh ve kelama geçilirdi. (Ulum-i aliye) Bu sistemden de anlaşılacağı gibi Arapça öğrenmekten asıl maksat Kitap ve Sünnete ulaşmaktır. Arapçayı konuşmak ise birinci derecede önem taşımamaktadır. Dolayısıyla Arapça konuşmak özel ilgi ve alaka ile mümkün olmaktadır. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında kapatılan medreselerin yerine o boşluğu dolduracak yenileri kurulamadığından bu ilimleri Osmanlı dönemi medrese mezunlarının, milletin de desteği ile, camilerde veya evlerinde aynı usullerle okuttukları görülmektedir. O sıkıntılı dönemlerde yetişenler daha sonra açılan sınavlarla Diyanet İşleri Bakanlığı'nda önemli görevler alarak büyük bir boşluğu doldurdular. Fethullah Gülen Hocaefendi de bunlardan birisidir.
Erzurum’da son ders halkası olarak Osman Bektaş Hoca’nın derslerine devam etmeye başladığında Arapça öğreniminde epeyce bir mesafe alan Fethullah Gülen Hocaefendi Arapça telif edilmiş eserleri takip edebilecek seviyededir. Okutulmakta olan kitaplara bakıldığında bu durum kolaylıkla anlaşılmaktadır. Zira Osman Bektaş Hoca’dan iki yıl boyunca fıkıh ve fıkıh usulü derslerinin yanı sıra Molla Cami ve Telhıs’ın metinlerini de ezberlenmek sureti ile okunduğu görülmektedir. (5) Osman Bektaş Hoca’dan okunan dersleri diğer talebelere müzakere hocalığı şeklinde okutması bu dönem öğrenilen Arapça derslerinin hem öğrenme gücünü ve hem de başkalarına öğretme fırsatını ortaya çıkarması açısından oldukça önemli bir fırsat olmuştur. Arapça hocalığına ilk adımlar böylece atılmaktadır.
1958 yılında Edirne’ye gittiği zamana kadar Erzurum’da Arapça ile ilgili hem ulûm-i aliye ve hem de ulûm-i ‘aliyede okudukları ile Fethullah Gülen Hocaefendi talebelik dönemini noktalamış oldu. Aslına bakılırsa, erbab-ı ilimin talebeliği son nefese kadar devam eder. Ancak burada kastedilen sistemli bir şekilde, bir hocanın nezaretinde devam eden bir talebelik sürecinin bitmesidir.
Arapça Hocaları
1- Ramiz Gülen Efendi (1905 - 1974)
Şamil Ağa ve Munise Hanım’ın oğlu olan Ramiz Efendi 1905 yılında Erzurum-Hasankale- Korucuk Köyü’nde doğdu. Dönemin ağır şartları ve köy hayatının sıkıntıları ondaki cevherin gerçek manada ortaya çıkmasına engel oldu. Yazıyı da geç öğrendi, İslamî ilimleri de. Evlerine gelip giden Halil Efendi’den 30’lu yaşlarında Kur’an öğrendi. Çoluk çocuğunu köyde bırakıp Halil Efendi’yi takip ederek iki yıl ondan Arapça, Farsça ve diğer İslamî ilimleri öğrendi. Kıraat ilmini de Süleyman Efendi’den aldı. Aslına bakılırsa 30-40 yaş aralığı düzenli ilim elde etme yaşı değildir. Ancak Ramiz Efendi’deki ilim aşkı yaş sınırı tanımamakta ısrarlıdır. Olağanüstü bir kitap okuma zevkine sahip olmasına, ince zeka ve kavrayış gücü destek verince yaş engeli ortadan kalkmıştır.
Alvar köyüne imam olarak vazifeye başlaması ile birlikte henüz 9-10 yaşlarında olan oğlu Fethullah Gülen’e hafızlık yaptırırken kendisinin de oğlunun dersinin olduğu sayfaları ezberlemeye çalışması Hocaefendi’nin üzerinde çok müessir olmuştur. Hafızlık bitince sıra Arapça öğrenmeye gelir. İlk Arapça hocası babasıdır. İlk olarak Emsile ve Bina’dan bir miktar okutarak Arapça’ya adımını atar.
Ramiz Gülen Efendi yaşadığı yörenin oldukça üstünde bir ilim-irfan insani olarak kendini iyi yetiştirmiş. Hem ilim meclislerine ve hem de irfan sohbetlerine devam ederek Enderun terbiyesi almış bir asilzadeden farksız seviyeye ulaşmıştı. Sünnî geleneğe sımsıkı bağlı, ashab-ı kiram efendilerimize oldukça hürmetkar tavrına şiire yatkınlığı da eklenince o incelerden ince zerafet abidesi Ramiz Efendi temessül etmiştir. Hayatını İslam’a ,imana ve Kur’an a hizmet etmekle geçiren Ramiz Efendi, Fethullah Gülen Hocaefendi gibi bir evlat ve hayr-ül halef bırakması onun en büyük ahiret sermayesidir. Ramiz Gülen Efendi 69 yaşında iken, 1974 yılında Erzurum'da vefat etti. Kabri, doğduğu yer olan Korucuk köyünde bulunmaktadır. (5)
2- Sadi Mazlumoğlu Efendi (1936 - 1996)
Alvarlı Efe Hazretleri’nin torunu olan Sadi Efendi, Seyfettin Efendi’nin oğludur. 1936 yılında Alvar köyünde dünyaya geldi. İrfan ocağında gözlerini açması onu talihliler arasına kattı. Erken yaşlarda Kur’an’la tanıştı. Hafız Ali Efendi’den hıfzını ikmal etti. Erzurum müftüsü Sakıp Danışman Hoca’dan Arapça dersleri almaya başladı. İslamî ilimler okudu.
1950 yılında Erzurum’da Kurşunlu Medresesi’nde Arapça dersler okutmaya başladı. Yaşı genç olmasına rağmen ders okutma gibi önemli bir hizmeti ifa etmede Allah’ın tevfikine mazhar oldu. Yukarıda ifade edildiği gibi Fethullah Gülen Hocaefendi de talebeleri arasında yer aldı. 1956-1958 yılları arasında askerlik görevini Bayburt, Sivas ve Erzurum illerinde tamamladıktan sonra o yıl yapılan vaizlik imtihanını kazanarak Diyanet teşkilatında resmî görev alarak Aşkale vaizi oldu. Sırası ile 1960 yılında Hasankale’ye vaiz olarak tayin oldu. Ardından da 1966 yılında Erzurum merkez valiliğine getirildi. On yıl Erzurum merkez vaizliği görevini ifa ettikten sonra 1976 yılında Yalova merkez vaizliğine tayin oldu. İrşat ve tebliğ vazifesini on yıl da burada sürdürdükten sonra 1986 yılında emekli oldu. Emekli olduktan bir yıl sonra ilk defa hacca gitti.
1954 yılında evlenmiş olan Sadi Efendi’nin hiç çocuğu olmadı. 1996 yılında 60 yaşında Hakk'ın rahmetine kavuştu. Kabri doğduğu Alvar köyündedir.
3- Osman Bektaş Hoca (1914 - 1986)
Hacı Süleyman Efendi ve Habibe Hanım’ın oğlu olan Osman Bektaş Hoca 1914 yılında Erzurum ilinin Oltu ilçesinin Serdarlı beldesinde doğdu. İlk tahsiline mahallelerindeki Katip Hoca’dan Kur’an, tecvid ve dinî dersler alarak başladı. Daha sonra Serdarlı köyü müderrisi Hacı Yunus Efendi’den altı yıl Arapça sarf, nahiv, akaid ve fıkıh dersleri okudu. Tortum’un Dikmen köyüne imam oldu. Erzurum'da askerlik yaptığı dönemde müftü Solakzade ile tanıştı ve iyi bir münasebet kurdu.
Erzurum Müftülüğü’nün teklifi üzerine merkez Caferiye Camii imamlığına getirilen Osman Bektaş Hoca Kurşunlu Medresesi’nde ders vermeye başladı. 1949 yılında yapılan imtihanı kazanarak müftü muavini oldu. Bu sıralar müftü Solakzade’den dersler okumaya devam ederek icazet aldı. Daha önce de Tortum müftüsü Hacı Ali Efendi ’den de icazet almıştı. O dönemin ilim aşıklarının ortak vasfı bildiklerini başkalarına öğretip, bilmediklerini hocalardan öğrenmeleriydi. Osman Bektaş Hoca da böyle yapmakta idi.
1960 yılında Erzurum’daki görevinden Başbakanlık emrine atanmış olan Osman Bektaş Hoca 1966 yılında Müftü Sakıp Danışman Hoca’nın vefatı ile boşalan makama aynı yıl müftü olarak tayin olmuştur. 1971 yılına kadar bu görevde kalan Osman Bektaş Hoca 1976 yılına kadar devam ettirdiği merkez vaizliği görevinde iken emekli olmuştur. Hayatını kitap mütalaa ederek geçirdi. Kendisine ayaklı kütüphane ünvanı verilmişti. Özellikle fıkıh ilminde döneminin en ileri fakihleri arasında haklı bir yeri vardı . Hatta Solakzade Sadık Efendi onun için “Fıkıh ilminin kitapları kaybolsa Osman Hoca onları tekrar yazar.” dediği nakledilmektedir.
Son yıllarını hastalıklarla geçirmiş olmasına rağmen ne kitaplarından ne de talebelerinden ayrıldı. Camiye gidecek takati olmadığı son demlerinde evinde kitap okuma ve okutma işine devam etmiştir. Dilinden düşürmediği şu cümlesi kulaktan kulağa hala devam etmektedir. “Azizim; kitaba değer vermeyen kimse alim olamaz.” Bu kadar güçlü ilmine ve kuvvetli hafızasına rağmen “Risaletüs-Sefer” adlı Arapça bir eser dışında herhangi bir kitap yazmadı.
Osman Bektaş Hoca, Fethullah Gülen Hocaefendi başta olmak üzere Diyanet’te görev alan pek çok ilahiyatçının yanında üniversitelerde görev almış pek çok akademisyene hocalık yapmış bir alim olarak tarihte yerini aldı. Vazifesini ikmal ederek 1986 yılında 72 yaşında iken irtihal-i dar-ı beka eyledi. Kabri doğduğu Serdarlı beldesindedir.
Tahsil Süresince Okuduğu Arapça Ders Kitapları
1- Sarf İlmi ile İlgili Olan Kitaplar
EMSİLE: Müellifi bilinmeyen ama medreselerde yüzlerce yıl ezberletilen, üzerinde pek çok şerh yapılan bu gramer kitabında “nasara” fiilinin çekimleri verilmekte ve bu çekimlerin anlamları Türkçe izah edilmektedir. Gerek emsile-i muhtelife ve gerekse emsile-i muttaride 24 sigası ile birlikte verilmektedir. En meşhur şarihler Surûrî (öl.1561), El-Lealî (öl.1563) ve El Kefevî (öl. 1761)’dir.
BİNA: Müellifi bilinmeyen ve kelimeden kelime türetmeye yarayan 35 kuralı anlatan bir sarf kitabı olan Bina, yıllarca medrese talebeleri tarafından metni ezberlenerek okunmuştur. Arapçada en çok kullanılan fiilleri harflerinin sayılarına ve asıl harflere ilave edilmiş olanlar göz önüne alınarak yapılan bir düzenleme ile fiillerin anlamlarının nasıl değiştiğini ortaya koyar.
MAKSUD: Ebu Hanife’ye (öl. 767) nisbet edilse de gerçek müellifi bilinmemektedir. Medreselerde sarf ilminin öğretilmesinde oldukça katkı sağlayan bir kitap olup yine talebeler tarafından metni ezberlenir ve kelime türetim bilgisi artırılırdı. İmam-ı Birgivî’nin (öl.1573) şerhi ile Bedreddin Simavî (ol.1420)’nin şerhi meşhurdur.
‘İZZÎ: Bu sarf kitabının müellifi İbrahim El-Zencani (öl.1257)’dir. Sarf ilminde fiillerin yapılarına temas eden kitap Arapça kelimelerin türemesinin detaylarını vermektedir. Diğer sarf kitapları gibi metni talebeler tarafından ezberlenirdi. Sa’deddin Taftazanî (öl.1390) ile Dede Cengî Efendi (öl. 1567)’nin ‘İzzî üzerinde yazdıkları şerhler en meşhurlarıdır.
MERAH: Müellifi Ahmet b. Ali b. Mesud (öl. 1302) olan bu sarf kitabı ‘İzzî’den sonra medreselerde okutulurdu. Sarf ilminde Kufe ve Basra ekollerinin kelime türetme konusundaki farklı görüşlerini ihtiva eden bu eser adeta Arapça dil felsefesi yapar. Müellif kitabının başında dilde sarf ilmini ana, nahiv ilmini de baba olarak niteler. Yedi çeşit fiil yapısından hareketle oldukça geniş açıklamalar ihtiva etmektedir. Kemalpaşazade'nin şerhi ile Bursalı Ahmet Efendi’nin şerhi en çok okunan şerhlerdir.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Arapça öğrenimi esnasında okuduğu bu sarf kitaplarının ayrı ayrı baskıları olduğu gibi Sarf Cümlesi başlığı altında yukarıda sıralandığı gibi beş kitap bir arada olarak da basılmıştır.
2- Nahiv İlmi ile İlgili Olan Kitaplar
AVAMİL: Birgivî Muhammed Efendi’nin eseri olan bu kitap nahiv ilminin bir özetidir ve i’rabın yüz bölümünü misallendirmede oldukça başarılı bir eserdir. Kelimelerin cümle içindeki yerlerine ve konumlarına göre almaları gereken şekillerden bahseder. Medreselerde ilk okunan nahiv kitabı olması itibari ile de önemli bir kitap olduğu için metni talebeler tarafından ezberlenen 25 sayfalık bir kitaptır. Diğer kitaplar gibi Avamil’in de pek çok şerhleri bulunmaktadır.
İZHAR: Avamil’in müellifi bu kitabında nahiv ilmini daha detaylandırarak ortaya koymaktadır. Kelimelerin i’rabının incelendiği Izhar’ın pek çok şerhi bulunmaktadır. Medreselerde Avamil’den sonra Izhar okutulur ve genelde kitabın metni talebe tarafından ezberlenirdi. Anlaşılması kolay olmasi itibariyle de çok rağbet görmüştür.
KÂFİYE: Müellifi İbn Hacib adıyla tanınan Osman b. Ömer (öl. 1249)’dir. Nahiv ilminde Izhar’dan sonra medreselerde okutulan son kitaptır. Bu eser nahiv ilminde isim, fiil ve harf taksimatı yaparak bunların cümle içindeki fonksiyonlarını ele alır ve detaylandırılır. Kâfiye üzerinde çok çeşitli şerhler yazılmasına rağmen bunlardan en çok rağbet gören Molla Cami (öl.1492)’nin El-Fevâid’idir.
Medreselerde okutulan nahiv ilmine ait bu kitabın ayrı ayrı baskıları olduğu gibi bir arada yukarıdaki sıralamaya göre Nahiv Cümlesi olarak da basılmıştır.
3- Belagat İlmi ile İlgili Olan Kitaplar
TELHİS: Müellifi Celaleddin Muhammed b. Abdurrahman El Kazvinî (öl. l338)’dir. Belagat ilminde özet bir kitap olarak çok takdir görmüş ve medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Üç bölümden meydana gelen kitap meani,beyan ve bedi bölümlerini ihtiva etmektedir. Kitaptaki kurallar için verilmiş olan örnekler çoğunlukla şiirlerden seçilmiştir.
Talebeler en azından bu mahal-üş şevâhidi ezberlerdi. Bu eser üzerinde pek çok alimin şerhi, haşiyesi ve ta’likleri vardır. (6)
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Gençlik Yıllarında Erzurum ve Çevresinde Arapça Eğitimi
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin çocukluk ve gençlik yıllarının geçtiği Erzurum ve çevresi o günün Türkiye şartlarında halkın dinî duygu ve elden geldiği kadarıyla dinî ilimlere olan teveccüh pek çok Anadolu ilinden daha önde idi. Bir taraftan tasavvufî hayat canlı tutulmaya çalışılıyor, diğer taraftan da İslamî ilimler köylerde ve şehir merkezlerinde Osmanlı bakiyyesi hocalar ders halkaları oluşturarak bütün zorluklara rağmen görev ve sorumluluk aşkı ile Arapça dersler okutuyorlardı.
Sadece Erzurum şehir merkezinde dört hoca Arapça dersler vermektedir. Belki 3-5 kişilik bazan 10-15 kişilik gruplar halinde bir hocanın görev yaptığı camide veya kendi evinde fahrî olarak verilen bu derslerde yetişen hocaların bir kısmı imtihanla Diyanet teşkilatında görev alıyor. Diğer bir kısmı da dışarıdan imam-hatip okulunu bitiriyordu. Hatta yaygın eğitim yolu ile yüksek İslam enstitüsünü bitirenler de oldu.
Osmanlı döneminde medreselerde okuyup şehadetnamesi olan hocaların bir kısm Cumhuriyetin ilk yıllarında müderrislik yapma imkanı bulmuşlardır. 1950 ve sonrasında Arapça eğitiminin daha rahat hale geldigi izahtan varestedir. Bu hocaların içinden genç olanlar Arapça gramer dersleri okuturlarken, yaşlı ve tecrübeli ulema ve resmî görevi müftülük veya vaizlik olanlar da Arapça dinî ilimler okuturlardı.
Hocaefendi’nin ders arkadaşlarından olan Mehmet Nuri ve Muhsin hocaların ifadelerine göre 1940’lı, l950’li ve hatta 1960’lı yıllarda Erzurum gerek hafızlık eğitimini gerekse Arapça derslerini ihmal etmeden sürdüren şehirler içinde önemli bir ilim ve irfan beldesi olarak hizmet etmiş ve Erzurum halkı da bu kutsî hizmeti layık-ı vechi ile desteklemiştir.
Arapça Hocalığına Başlaması
Yukarıda bahsi geçen kitaplar okunurken aynı zamanda metinleri de ezberletildiğinden kitabın metnine hakimiyet kolaylaşmakla birlikte kitap bitirilince de hocanın huzurunda mefhum sunulduktan sonra o ders kavratılmış ve o kitap artık bitirilmiş olmaktadır. Hoca günün dersini verdikten sonra talebeler arasından biri o dersi arkadaşlarına müzakere ederdi böylece gerçekten dersin anlaşılmadık bir yerinin kalıp kalmadığı da kontrol edilmiş olurdu.
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, Osman Bektaş Hoca’dan ders okuduğu süre içerisinde ders sonrası talebeler arasında müzakere görevi ile tavzifinin onun ilk Arapça hocalık denemeleri olarak değerlendirilmesi mümkündür. Ayni dersi biraz önce hocadan okuyan talebelere o günün dersini tekrar ederek aynı yaş grubuna bir nevi hocalık yapmanın ne kadar zor bir görev olduğunu meselenin önemini bilenler elbette herkesten daha iyi takdir ederler. Zira dersi dinlerken anladığınızı zannedebilirsiniz. Fakat o dersi başkalarına anlatarak dersi gerçekten anladığını ispatlamış olur. Bundan dolayı ders okutan hoca derse talebeden daha çok çalışma ihtiyacı hissederse, gelebilecek her türlü soruya cevap vermeye kendini hazırlarsa o ders bereketli olur. Yıllar sonra “ Bir günlük ders okutabilmek için geceleri 3-4 saat ders çalıştığım çok olmuştur.” diyecektir.
Bunca zahmete katlanarak elde edilen Arapça, sarf, nahiv ve belagat bilgilerinin korunmasının ancak bu dersleri başkalarına okutmakla mümkün olabileceğini çok iyi bilen Hocaefendi’nin aynı zamanda Arapça bilgisini başkaları ile paylaşma mesuliyetini vicdanında hisseden birisi olarak Arapça hocalığına erken yaşlarda başladığı görülmektedir.
1958 yılında Erzurum’dan ayrılarak Edirne’ye geldiği yıldan itibaren, o güne kadar edindiği Arapça birikimini Arapça dinî kitaplar okuyarak hem koruduğunu hem de geliştirdiğini görmekteyiz. Ev arkadaşı ve ayni zamanda Edirne Müftüsü olan Suat Yıldırım Hoca ile bazı Arapça kitapları birlikte mütalaa etmeleri bunun en önemli göstergesidir. Zaten bizim ilim geleneğimizde alet ilimleri okumaktan maksat Arapça yazılmış olan dinî kitapları okumak ve anlamaktır.
1966 yılında İzmir’e tayin edilen Hocaefendi Kestanepazarı Yurdu’nda kalan talebelere Arapça dersleri okutmaya başlamıştır. Talebelerin çoğu okullara devam etmekte, ancak bazıları da dışarıdan imam hatip okulunu bitirmek için Arapça ve diğer derslere çalışmaktadır. Bu dönemde hem okullarda okutulan Arapça ders kitaplarını ders takviyesi şeklinde okutmakta, bir yandan da klasik usulde ders kitaplarını okutmaktadır. Yurt talebelerinin pek çoğuna sınıf ve seviyesine göre yoğun bir Arapça hocalığı yaptığı yıllar olarak görülen bu süreçte okuttuğu dersleri teybe kaydettirdiğini de müşahede etmekteyiz. Bu ders kayıtlar muhafaza edilmektedir.
Gerçi Fethullah Gülen Hocaefendi Arapça öğrenimini klasik usulde ikmal etti. Ancak talebelerine bu kitapların yanında yeni usulde yazılmış başta Nahv-ul Vazıh, Katrun-neda ve Camiud-durus-il Arabiyye gibi kitapları da okutmaya ihmal etmemiştir. Dolayısıyla her iki metodu da kullanarak önemli bir ilke imza atmıştır. Aslında Hocaefendi yeni metotla yazılmış kitapları herhangi bir hocanın rahle-i tedrisinde okuduğuna şahit olmuyoruz. Fakat bu kitapları okutacak seviyede olduğunu görüyoruz. Demek oluyor ki Erzurum’da aldığı ve daha sonraları kendi gayretleri ile ilerlettiği Arapça bilgi seviyesi bu yeni kitapları çözmeye yettiği gibi bunları okutacak kadar da hazmettigi bir gerçektir.
Arapça Ders Hocalığındaki Metodu
Fethullah Gülen Hocaefendi İslami ilimlerin kaynağı olan Kitap ve Sünnet’in (Kur’an-ı Kerim ve Hadisler) gerçek manada anlaşılabilmesi için Arapça bilmenin lüzumuna inanmışlık içerisinde Arapça ders vermeyi ve talebelerinin de bu ciddiyet içinde olmalarını istemiştir. Bundan dolayıdır ki Arapça derslere başlarken ve ders esnasında diğer İslamî ilimlerde olduğu ciddiyeti ve disiplini göstermiştir. Gramer ağırlıklı dersler okutmasına rağmen 1980 sonrasında konuşma Arapçasının (mükamele) da ihmal edilmemesi gerektiğini gösteren kitaplar telif etmiştir.
Hocaefendi’nin kendisinin talebelik yıllarında Arapça öğretiminde okutulan gramer kitaplarının metinlerinin talebeler tarafından ezberlenmesi metodunu Arapça ders hocalığında da aynen benimsediğini görmekteyiz. Ayrıca bugün verilen bir dersin talebeler tarafından anlaşılıp hazmedildiğini görmek için bir sonraki gün yeni derse başlamadan önce talebelerden birkaç tanesine sormak sureti ile mefhumlar dinlenirdi. Varsa yanlış anlamalar düzeltilir ve gramer bilgileri üst üste ilave edilerek sağlam bir bilgi birikimi elde edilirdi.
Arapça hocalığı döneminde Hocaefendi’nin kendisinin okuduğu sıralamayı aynı şekilde uyguladığı görülmektedir. İlk önce talebenin sarf ilminden başlayarak daha sonra nahiv ve en son olarak da belagat okuttuğuna şahit olmaktayız. Tercih ettigi kitaplar da klasik ve modern Arapça gramer kitaplarının bir karışımı idi. Mesela nahiv ilminde klasik olan Avâmil’in yanında modern Arapça olarak Nahv-ul Vazıh adlı kitabı Arapça belagatın klasiklerinden olan Telhıs ile beraber modern Arapçada Belagat’ül Vazıha ve Cevahirü’l-belaga’yı okutması bu konuya örnek olarak verilebilir.
Arapça grameri şiir dili ile kaleme alan İbni Malik’in Elfiye adlı kitabını hem ezberleterek hem de şerhederek okutmak istemiş ancak 30-40 beyitten sonra ezberleme zorluğu çektiklerini ifade eden talebelerinden sadece okumayı sürdürmelerini isteyerek devam edilmiştir. O yıllarda Türkiye'de bu gibi kitaplar ancak doğu illerindeki medreselerde okutulmakta idi.
Arapça ders okutma metoduna talebenin sağladığı katkı açısından bakıldığında da Hocaefendi’nin farklı bir yaklaşımının olduğu görülmektedir. Şöyle ki; talebeler bugün aldıkları dersi hazmederek yarın ders öncesi mefhum sunma ile uğraştığı gibi aynı zamanda yarın okunacak yeni derse de hazırlıklı gelmek için çalışmaktadır.
Ders esnasında kitapta kullanılan örnekler (mahal-üş-şevahid) üzerinde ısrarla durur ve herkesin anlaması sağlandıktan sonra bir diğer derse geçilirdi. Özellikle modern metotla yazılmış olan Arapça ders kitaplarında konunun sonundaki temrinat (alıştırmalar) mutlaka çözülürdü.
Özellikle Kur’an’da ve hadislerde bulunan aşkın ifade diyebileceğimiz incelikleri ve edebî üslubu anlama ve kavramaya yardımcı olacak olan belagat ilminin bilinmesine de çok önem verirdi. Uygulamalı bir şekilde Kur’andan ve hadislerden bol örnekler vererek bu bedii zevkin tam olarak algılanmasını temin ederdi.
Arapça ders okutmada kullandığı kitaplar konusunda dönem itibari ile çok sık rastlanmayan Osmanlıca olarak yazılmış Arapça ders kitaplarından da yararlandığı görülmektedir. Bu bağlamda Mehmet Zihnî Efendi’nin El-müntehab ve’l-muktedab adlı sarf ve nahiv kitaplarını talebelerine okutmuştur. Bu kitaplar okutulurken talebelerin hazırlıklı olarak gelmeleri ve zengin temrinatları yaparak ilerlemelerinin bu derse ayrı bir derinlik kattığı görülürdü.
İlahiyat Fakültesi Mezunlarına Ders Okutması
Seksenli yılların ortalarından başlayarak aralıksız sürdürdüğü ders okutma işini Hocaefendi bugün de devam ettirmektedir. Türkiye'nin değişik ilahiyat fakültelerinde okuyan talebeler arasından seçilen uygun vasıflı ve istikbal vaad edenler bir araya getirilerek oluşan ders halkası, geldikleri yerlerde Arapça altyapısına (nisbeten) sahip olan talebelerdir. Aslında bu talebelerle Arapça tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve bu ilimlere ait usul kitapları okunmaktadır. Ancak Arapça sarf, nahiv ve belagat ilimleri de ihmal edilmemektedir.
Arapça olarak telif edilmiş herhangi bir kitap okutulurken ders esnasında ele alınan kelime veya cümleleri hatta şiirlerin ‘irab ve belagat kaideleri açısından derinliklerine zaman zaman dalıp girmek sureti ile talebelerine yeni ufuklar açması sıkça görülen durumlardı. Şimdilerde bu dersler yapılırken teknolojinin sunduğu imkanlar da kullanılmaktadır. Hadis ricalinin CD’leri elektronik ortamda perdeye yansıtılarak takip edilmesi mümkün hale gelmiştir.
Bu ders halkasında yer alan talebeler 3-4 yıllık bir eğitim sonucunda gerçekten Türkiye şartlarında kendisini iyi yetiştirmiş ilahiyatçılar arasında yerini alırdı. Bir yandan da bu talebelerin pek çoğu ilahiyat fakültelerinde yüksek lisans ve doktora programlarına katılarak akademik çalışmalarını da sürdürürlerdi. Bugün gelinen noktada pek çok ilahiyat fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olan hocaların bazıları bu ders grubunda yetişenlerdendir.
Hocaefendi’nin Türkiye’de olduğu gibi 1999’dan beri blunduğu ABD’de de bu dersleri aksatmadığına şahit olmaktayız. Zira talebeye ders okutmak onun hayatının ayrılmaz bir parçasını teşkil etmektedir. (7)
Arapça Ders Kitabı Telif Etmesi (Ta’lim-ül ‘Arabiyye bi Tarîkatin Hâdise)
Seksenli yılların başlarından itibaren Hocaefendi ilk üç cildi ağırlıklı olarak Arapça konuşmaya yönelik, son iki cildi de gramerle birlikte konuşma konularının olduğu iki kurdan müteşekkil beş ciltlik bir Arapça kitap telif etmiştir. Bu kitapları pek çok defa talebelerine okutmuş ve seslendirmeler kaydedilmiştir. Bu eserin hem beş ciltlik kitap hali ve hem de ses bantları elimizde mevcuttur. Birinci kurun ilk üç kitabında toplam 71 ders bulunmakta olup renkli resimlerle anlatım kolaylığı sağlanmaktadır. İşlenen konular da kullanılacak kelimeler başlangıçta verilmiş ve karşılıklı konuşma örneklerinden sonra da zengin alıştırmalarla desteklenerek derslerin kavranılması sağlanmıştır.
Dördüncü ve beşinci ciltleri teşkil eden ikinci kurda görsel malzeme fotoğraflardan seçilmiş olup basit gramer kurallarına da yer verilmiştir. Dördüncü ve beşinci ciltte toplam 58 ders bulunmaktadır. Ayrıca beşinci cildin sonunda İslam tarihinden Halit Bin Velid ile alakalı beş okuma parçası verilerek kelime tahlilleri yapılmıştır. Birinci kurdaki derslerin kelimeleri harekeli verilmiş olmasına karşın ikinci kurda harekeler kaldırılmış olup sadece konunun başında verilen kelimeler harekelenmiştir. Ayetler Kur’an-ı Kerim’den alındığı şekli ile kitapta yer almasına karşılık hadisler harekelenmemiştir.
Beşinci cildin ikinci bölümünde belagata da yer verilmek sureti ile ayet ve hadislerdeki yüksek beyana dikkat çekilmiştir. İkinci kurdaki derslerde seçilen konulardan da rahatlıkla anlaşılacağı gibi Arapça öğrenmekten asil maksat Kitabı ve Sünneti anlamaktır.
Müellif kitabının önsözünde de ifade ettiği gibi böyle bir Arapça konuşma kitabına duyulan ihtiyaca cevap vermek için kitabı telif edip istifadeye sunmuş olup bütün seçilen öğelerin “bizce”sinin verilmesine azamî dikkat edilmiştir. (8)
Bir Ömür Boyu Arapça ile Yakınlığı
Fethullah Gülen Hocaefendi çocukluk yıllarında tanıştığı ve sevdiği Arapçadan ne kendisi bir daha ayrılabildi ne de Arapça ondan. Bu uyumlu ikili birbirlerinden çok memnun olmuşlar ki yakınlıkları hala en üst seviyede sürmektedir. Geniş kelime haznesi ve buna uyumlu beyan kabiliyeti sadece Türkçede değil, onu aynı zamanda Arapçada da başarılı kılmıştır. Çocukluk yıllarında babasından ve diğer hocalarından dinleyerek ezberledigi Arapça ve Farsça şiirlere verdiği nefis manalar bunun en bariz örnekleridir.
Hocaefendi Türkiye’nin o ara döneminde bütün imkansızlıklara rağmen kendisini bir İslam alimi ve mütefekkiri olarak hatta bugün itibari ile iyi bir entelektüel olarak yetiştirmesinde Arapça bilmesinin çok büyük bir payının olduğunu düşünenlerdenim. Zira gereken seviyede Arapça ve hatta Farsça bilmeden, buna bağlı olarak Osmanlıcaya vukufiyet kesbetmeden İslam alimi de olunamaz, entelektüel de.
Gerek yazılarında yer alan ayet ve hadislere verdiği zengin manalar ve gerekse Arapçanın inceliklerinden yararlanarak ortaya koyduğu yepyeni terkipler onun bu dile ne kadar vakıf olduğunu anlamaya yetiyor. O her zaman Arapça ibarelerin Türkçeye çevirilerinde mefhuma önem verir ve asıl gayeyi dikkate alır. Hiçbir zaman kelimenin dar kalıplarında takılıp kalmaz. Zaman zaman Türkçede hiç kullanılmamasına rağmen bazı Arapça fiillerin masdarlarından öyle kelimeler üretir ki duyanları hayrete sevk eder.
Arapça yaptığı dualarında me’surata yani Hz. Peygamber’den rivayet edilen dualara çok sıkı bir bağlılığı olan Hocaefendi’nin, dualara günümüze uygun Arapça ilavelerine bakıldığında onun Arapçayı kullanmadaki maharetini görmek mümkündür. Arapça kelimelerin cümle içindeki i’rabına dikkat ettiği kadar telaffuzuna da önem vermek sureti ile Arapçaya olan saygısını her defasında hissettirir. (9)
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Arapça ile Olan Sürekli İrtibatı
Hocaefendi çocukluğunda tanıştığı Arapça ile bugüne kadar süregelen yakınlığını ilerlemiş yaşına rağmen hiç terk etmemiştir. Anadili olan Türkçeden sonra ifadelerinde en çok yer verdiği ikinci dil Arapça olmuştur. Zira o, bu dilin zirvesi olan Kur’an-ı Kerim’i her gün yoğunlukla okumaktadır. Ayrıca bütün evrad ve ezkarını Arapça olarak takip etmektedir. Buna günlük yaptığı duaların ekseriyetini Arapça duaların oluşturduğunu eklediğimizde Arapça ile olan birlikteliği konusunda bize oldukça sağlam ipuçları vermektedir.
Bütün bir ömür boyu gerek Arapça gramer dersleri gerekse Arapça okuttuğu tefsir, hadis, fıkıh usulü ile olan yakınlığı hala aksamadan ve de eksilmeden devam etmektedir. Talebesiz hayatı hayat olarak kabul etmeyen bir gelenekten gelen Hocaefendi sıhhati elverdiği müddetçe talebe okutmaya devam edeceğe benziyor.
Hocaefendi’nin günlük faaliyetleri içerisinde Arapça yayın yapan önemli kanalları izlemek, Arap ve İslam dünyası ile ilgilenmek de önemli bir yer tutmaktadır. Hatta bazı Arapça dizileri takip ettiğini sohbetlerinde dile getirmektedir.
Arap dünyasından gelen misafirleri ile sohbetinde tercümana ihtiyaç duymadan onlarla çok rahat anlaşıp kaynaşması Arappça mükalemeye de vukufiyetini göstermektedir. Hac veya umre ziyareti için gittiği Arabistan’da kendi ihtiyaçlarını kendisi karşılama ve bölgenin ilim erbabı ile yaptığı temaslarda hep Arapça kullanılmıştır.
Bu makalede ele alınan konuda söylenecek son söz, her halde Fethullah Gülen Hocaefendi’yi yakından tanıyan herkes onun Arap dili ve edebiyatına olan ilgi ve alakasının üst seviyelerde olduğudur. Talebelik yıllarında aldığı Arapça eğitimi ile kendisinin talebelerine verdigi eğitim de bunun en güzel şahididir.
Kaynaklar
- Prof. Dr. Faruk Beşer, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Fıkhını Anlamak, Ufuk Kitap 2008, İstanbul.
- Prof. Dr. İbrahim Canan, Fethullah Gülen'in Sünnet Anlayışı, Ufuk Kitap, 2007, İstanbul.
- Faruk Mercan, Fethullah Gülen, Doğan Kitap A.Ş., 2008, İstanbul.
- Latif Erdoğan, Fethullah Gülen Hocaefendi, Küçük Dünyam, Doğan Kitap A.Ş., 1995, İstanbul.
- Dr. Ergun Çapan, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Okuttuğu Dersler ve Okuttuğu Kitapların Özellikleri.
- Ertuğrul Hikmet, Himmeti Millet Olan İnsan M. Fethullah Gülen, Işık Yayınları, 2008, İstanbul.
- M. Fethullah Gülen, Ta’lim-ul Arabiyye bi Tarîkatin Hâdise, Nil Yayınları, İzmir.
- Medya Aynasında Fethullah Gülen, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, 1999.
Biyografi
Dr. Hüseyin Kara
1953 yılında Rize’nin Güneyce beldesinde doğdu. İlkokul, ortaokul, hafızlık ve Arapça öğrenimini bu bölgede tamamladıktan sonra 1976 yılında Mersin İmam Hatip Lisesi’ni bitirdi. Konya Yüksek İslam Enstitüsü Tefsir-Hadis Bölümü’nden 1980 yılında mezun olduktan sonra sırası ile Antalya, Denizli, Adana, Konya ve Ankara illerinde 25 yıl boyunca lise ve Anadolu imam-hatip liselerinde öğretmenlik yaptı. Bu arada, Arap dili ve edebiyatında doktora çalışmasını tamamladı. Beş yıl Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Ankara temsilciliği yaptı. 2006 yılında aktif öğretmenlikten emekli oldu.
Geçen kırk yılı aşkın bu sürede ülke içinde ve dışında gerçekleşen eğitim faaliyetlerinin devlet ve hizmet sektöründe hem teorisin hem de uygulamanın içinde görev aldı. Gürcistan’da kurulan Uluslararası Karadeniz Üniversitesi ile Kamboçya’da kurulan Zaman Üniversitesi’nin yönetim kurulunda yer aldı. Eğitim ve öğretim ile alakalı konferanslar verdi, makaleler ve kitaplar yazdı. Önceleri Ortadoğu’da, sonrasında Uzakdoğu’da açılan eğitim kurumlarına 13 yıl boyunca müşavirlik hizmeti verdi. Samanyolu Haber’de yazarlık yaptı. Hâlen İsveç’te yaşamaktadır.
Evli, dört evlat ve altı torun sahibi olan Hüseyin Kara Arapça ve İngilizce bilmektedir.
Eserleri:
- Eğitimde Anadolu Modeli - 2008
- Zamanın, Mekanın, İnsanin Kutsiyeti - 2009
- Arapça Konuşma Dersleri (Dört Cilt) - 2010
- Türkiye'de Konuşulan Arapça Lehçeler (İngilizce) - 1997
- Bârân (Şiir) - 2013