Anlamsızlığa Başkaldırı

Anlamsızlığa Başkaldırı
"Umut iyi bir şeydir ve iyi şeyler ölmez."

Hocaefendi Kütüphanesi (HK) gönüllüleriyle üçüncüsünü yaptığımız buluşmalarımızın adına "Film Okumaları" demiştik. Çünkü film okuması, sanata ilgi duyan kişileri bir araya getiren bir faaliyettir. Filmleri sadece iyi vakit geçirmek için değil hayatı sorgulamak ve anlamlandırmak için izledik, düşündük, yorumladık ve birbirimizle paylaştık.

HK Edebiyat Sanat Tasavvuf grubu olarak Ocak ayında İnsanın Dört Zindanı kitabını okumuştuk. İlginç bir tevafukla aynı ay içerisindeki filmimiz ise The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli) olmuştu. Ali Şeriati ile ne tür zindanların olduğunu ve nasıl kurtulacağımızı öğrenirken filmimizle de bu düşünsel çabanın bir bedeli olduğu gerçeğini konuştuk.

1994 yılında çekilen bu film gişede başarısız oluyor ve 7 dalda Oscar’a aday gösterilmesine rağmen tek bir ödül dahi alamıyor. Ancak yıllar geçtikçe iyi bir hikaye ve oyunculuğun hak ettiği başarıyı yakalıyor.

1946 yılı ABD’de geçen bir hapishaneden kaçış hikayesini izliyoruz. Seyirci olarak ana karakterimizin suçlu olup olmadığını bilmediğimiz gibi onun kaçabileceğini ve buna hazırlık yaptığını anlayamıyoruz. Her şey bir anda değişiyor ve bunu filmin renginin koyu tonlardan  canlı tonlara geçişiyle daha fazla hissediyoruz. Film okumasını yapmaya devam ettikçe sembolik, alegorik anlatımlarının yanında Hristiyan mistisizmine yapılan göndermelere de şahit oluyoruz.

Umut insanın yüreğinde sönmeyen nur ve etrafına ilham kaynağı olan sırlı bir güçtür. Filmdeki umudun, özgürlüğün ve sabrın simgesi olan baş kahramanımız Andy Dufresne, hapse atıldığında hayatında yeni bir dönem açılacağını bilmiyordu. Kahramanımız adeta umutsuzluğa savaş açıyor. Andy tekdüzeliğe karşı bulunduğu ortama yenilikler getiriyor. Kendini ayakta tutacak yeni projeler peşinde oluyor. Ahlak ilkelerinin, şartlar değişse bile aynı kalması gerektiğini gösteriyor. Başkalarının yaşamlarına dokunacak fedakarlıklar yapıyor. İç dünyasını sadece duygularıyla değil zekasıyla da şekillendiriyor. Akıl kalp birlikteliğine güzel bir örnek.

Filmin hikayesinin anlatıcısı Ellis Boyd Redding, şartlı tahliyesi sürekli reddedilen ikinci kahramanımız, sanki umutsuzluğun ve bulunduğu şartların esiri olmanın temsilci gibidir. Ama Red iyi bir dosttur. En zor şartlarda sırtını yaslayabileceğin bir arkadaştır. Andy'ye umudun tehlikeli olduğunu söylerken de yıllar sonra umudun Andy'ye yaşam sevinci verdiğini anlayınca desteklediğinde de iyi bir dost idi. Andy ne kadar inanca ve umuda bağlılığı temsil ediyorsa, Red de anlamsızlığı, modern tabirle varoluşçuluğu temsil ediyor. Andy hücre cezası alacağını bilmesine rağmen tüm mahkumlara klasik müzik dinletirken ve onların ruhlarının özgür olduğunu hissettirirken keyif alıyor. Aynı olaya Red'in verdiği tepki: "Müzik burada iken anlamı olmuyor." olurken, Andy’nin cevabı ise her şeyi anlatıyor: "Asıl burada anlamı var."

Hapishane müdürü Warden Norton ise otoriteyi simgeliyor. Cezaevini küçük bir dünya, mahkumları ise baskıyla yönetilen özgürlükleri kısıtlanmış halk olarak düşünebiliriz. Bu küçük dünyamızın diktatörü, dini bir maske olarak kullanarak zulüm ve yolsuzluk yapıyor. Baskılarını artırırken yeni yöntemlerle yolsuzluk gelirlerini artırıyor. Bir ara çalışarak çalmanın daha fazla gelir getirdiğini ve bu çalışmaları güzel bir proje olarak kamuoyuna sunmayı öğreniyor. Daha fazla kazanma hırsı, onun katil olmasına sebep oluyor. Gardiyanlar bu ahlaksız ve adaletsiz sistemin en karaktersiz kişilerini temsil ediyorlar. Hapishane müdürü gücün ve kontrolün doruklarında ve zulümlerini artırmışken her şey Andy'nin zindandan kurtulmasıyla bir anda değişiyor. Ve malum son.

Hapishane her şeye rağmen fiziksel ve psikolojik olarak çok zor bir ortamdır. Mahkumların toplumsal statüsü birden değişir. Gardiyanların aşağılayıcı söz ve davranışlarına maruz kalırlar. Özgürlüğü elinden alınanlar, umutlarını yeşertemediğinde böyle bir ortamda zalimin baskılarına  boyun eğerler. Ve umuda ait her şeyi tehlikeli bir şeymiş gibi görürler. Umutsuzluk ile birlikte sevgisizlikte gelişmeye başlar böylelerinin yüreklerinde. Böylece kendini yalnız hissederken hayata da anlamsızlık penceresinden bakmaya başlarlar. Artık kendilerine yabancılaşmışlardır. Umutsuzluk ile birlikte Sonsuz olanla bağını koparmaya başlarlar. Böylece nihilizmin tuzağına düşerler. İnançla, sevgiyle ruhun yüceliğine inanmış bir ümit kahramanının, onlara elini uzatacağı ana kadar bu girdaptan kurtulmaları zor olacaktır.

İşte Andy, Red'e bu eli uzatmış, 40 yıl boyunca gardiyanlardan tuvalete gitmek için izin almış ve artık umuduyla birlikte kişiliğini de kaybetmiş bu insana, umudu ve gerçek özgürlüğün duygusunu yaşatmıştır. İnsanın umudu varsa nerede olursa olsun özgürdür. Korkuları varsa ise nerede olursa olsun zindandadır.

İnsanın doğasının derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkaran filmimiz bize, modern zamanın anlamsızlığına ve varoluşçu felsefeye inançla, ümitle, din ile cevap verilebileceğini hissettirdi. Dinin doğru temsili ve yaşanması onu sömürü aracı olarak kullananların planlarını bozacağını düşündürttü. Adaletsizlik ile mücadelenin özgürlük arzumuzla güçlendiğini ve hayatın anlamını kaçırmayanların, en zor şartlarda bile tutunacak bir dalının olacağını gösterdi.

Kurtuluş mücadelesi içinde olan kişilere, vakte bağlı olmayan bir umudun yanında herhangi bir ilim ve sanatla meşguliyet iyi gelecektir. Andy’nin dediği gibi "Müziğin öyle güzel bir yanı vardır ki sizden bunu alamazlar." veya yaptığınız bir resim, okuduğunuz bir kitap, yetiştirdiğiniz bir çiçek ve belki gökyüzüne doğru uçan beyaz kanatlı güvercine umutla bakarken yaptığınız dua…

Yazımızı filmden bir replik ile bitirelim: "Korku ile yaşamak korkunç bir şey. Her şeyin anlamı olduğu yerde yaşamak korkusuzdur."

Ruhunu esir vermeyenlere binler selam olsun…