Korkularımın Esiri Olan Bir Ben
Engebeli yollarda yürümek zordur bilirim, taşlara takılıp düşmemek zordur. Ne kadar kendine güvenip yola devam etmek istesen de bu yolculuk hiç de kolay değildir. Ne kadar hata yapmam desen de takılıp kalacağın yerler olması kaçınılmazdır. Bence kendine ne kadar çok güvenirsen, imtihan asıl o zaman daha şiddetlidir.
Ayağımın kaymasının bu kadar kolay olduğu bir zamanda, farketmeyip ezbere bildiğim yolların tersine yürümekten korkarım. Nefsimin beni her defasında dürterken içimdeki beka arzusunu bu dünyaya bağlamaktan korkarım. Düşen arkadaşımın elinden tutmaya çalıştıkça beni de kendi yoluna çekmesinden, beraber düşmemizden korkarım. Her tarafı saran bu dehşetli fırtınada savrulup gitmekten korkarım. Korkularım bitmeyecek bilirim ama bu korkularla da olsa devam etmek gerektiğini de bilirim. Bilirim ve korkarım.
Pencerene damlayan yağmur tanelerini görüp de dışarı çıkmamak kolaydır, oysa evinin dışında fırtınada sana ihtiyaç vardır. Ben evimde güvendeysem, çıkmak istemem. Kim kendini kurtarmak varken bu fırtınaya çıkmak ister? Kim savrulma ihtimalini bilerek kendini seve seve dışarıya atar ki? Kendime bir bakıyorum da, fırtınaya çıkmayı bırak kapımı açıp içeriye toz girmesine bile izin vermek istemem, çünkü ben fazla korkunun esiri olmuşum.
Oysa “Milletimin imanını selamette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım.” diyecek o şefkatli, cesur yürekli âlimleri rehber edinmiş olmama rağmen bencillik yapmaktan kendimi alamam. Kendimi koruyayım derken nefsimin kölesi olurum da haberim olmaz. Korkudan çıkamadığım o kapıdan dünyanın bütün kiriyle girerim de farkına varamam. İnsanız, bir şekilde o kapıdan çıkarız, ister güzellikleri alma niyetiyle ister dağıtma niyetiyle… Tekrar güzellikler ile mi döneceği bilinmez bir yol bu…
Bir zamanlar düşünürdüm her şey bu kadar açıkken insan nasıl hata yapar ki diye, oysa imtihanlar dünyası olduğunu unutmuştum. Bazen her şey ne kadar açık olsa da gözlere inen perdeler bunun görülmesine engel olabiliyordu. Şimdilerde daha iyi anlıyorum, anladıkça daha da korkuyorum. O kapıdan çıktıktan sonra bataklıkların bana güzel görünmesinden, beni aldatmasından korkuyorum. Doğru yolda gittiğimi zannederken gözüme tozların kaçmasından korkuyorum. Bir süre sonra tozların tepecik olup yolu görmemi engellemesinden korkuyorum.
İstesem de istemesem de yanlışların doğru görüldüğü bu dünyaya adımımı atıyorum her gün. Doğruyu söyleyenlerin az olduğu bu zamanlarda yanlışa itibar etmekten ne kadar korksam da bu yola adımımı atıyorum. Haram işlemenin çok kolay olduğu bu zamanda nefsime hakim olamayacağımdan korksam da sepetime bir avuç dua doldurup her sabah bir adım daha diyerek çıkıyorum bu yola. Çünkü eminim ki bugün iyi bir niyetle çıkmazsam bu yola, yarın nefsime uyup çıkarım. Bu korkularıma rağmen bilirim ki rahmeti çok büyük Cenab-ı Hak bana yardım eder. Ben doğruya iki adım atarsam, bilirim ki O dört adım daha attırır.
Ne Ebu Zerr’ler olmuş da tek başına dahi olsa yürümüş bu yollarda. Bugün bana bir masal gibi gelir Ebu Zerr’in etrafındakilere uymadan tek başına dahi olsa şeytana uymaması, oysa masal olmadığını anlamak hiç de zor değil. Etrafıma baktığımda bu yalnızlığı hissettiğim zamanlar oluyor. Biliyorum ben yalnız değilim ama bazı zamanlar olur ya, nice insanlara rağmen yalnız hissedersin. Kim bilir belki de korkularım beni yalnızlaştırıyordur. Zaman zaman haklı olduğumu da düşünüyorum. Ancak gününüzün bir iki saatini İslam’a veriyorsanız büyük mücahidler adı altında görünme devrinde, o yalnız da olsa devam etmiş hayatını vermeye İslam uğruna Ebu Zerr.
Peki bu devirde çok mu farklı ki durumlar? Peygamberimiz (sav) demişti ya yalnız gezecek, yalnız yaşayacak, yalnız öleceksin, yalnız haşrolacaksın diye Ebu Zerr’e. Rahatlarını yaşayanlar seni anlayamayacak, hayatın rehavet ve rahatına alışıp da cihat etmesini bilmeyenler seni anlayamayacaklar demişti ya. Ben o rahata alışanlardan olmaktan korkuyorum. Bir gün gelir de bu korkular ortadan kaybolursa diye düşünmek içini ürpertir insanın. Korkmaktan rahatsız değilim, keşke hep bu korkuyla yaşasam. Kalbim hep hata yaparsam diye ürperse keşke. Ama diken üstünde olsam dahi, korkularımı da yanıma alıp devam edebilsem. Bu devirde irade insanı olmak zorunda değil miyiz zaten, güvenli sandığımız evimizin dışındaki fırtınaya yürümek zorunda değil miyiz, her yer yanarken bu yangını söndürmek için elimize bir bardak dahi olsa suyu alıp koşmalı değil miyiz?
Mesnevi Nuriye’de geçen bir ibare cevap olarak karşıma çıkıyor:
Fıtrat ve vicdanda nokta-i istinadla nokta-i istimdad, iki hakikat-ı zaruriyedir… Şu nokta-i istimdat ve nokta-i istinadla her vicdanda iki pencere olan şu iki noktadan Sani-i Zülcelâl marifetini kalb-i beşere daima tecelli ettiriyor. (Mesnevi Nuriye - Nokta)
Meğer ben aciz olduğum için korkarmışım… Aczim ile anlarmışım Kudret-i Sonsuz’un himayesini... O güvenenler de o istinad ile güç bulurmuş… Öylece yürürlermiş yalnız kalsa bile, korku etrafını sarsa bile… Korkabilenler anlarmış aczini, onlar Sani-i Zülcelâl’i tanımaya başlarmış... Fırtınaya da, yağmura da, tozlara da hükmü geçen bir Zat varmış. Meğer Ebu Zerr O Zat’ı tanıdığı için korkusuzca yaşarmış.
Acizliğimi anladıkça, teslimiyetin huzurunu da anlamaya başladım. Ben de her şeyi hikmetle yaratan Sani-i Hakim'i tanıdıkça, teslim olmanın korkularımı nasıl yendiğini görüyorum. Vicdanımın sesini duymanın hayatıma nasıl çiçek tohumları ektiğine şahit oluyorum. Ben ne kadar korkularımı bir hikmet saydıysam da, teslimiyetin güzelliğini gördükçe cesur olmak istedim. Ben doğruları ve yanlışları sadece aklımla bulurum diyerek, meğer kendimi korkularımın esiri yapmaktan başka bir şey yapmazmışım...
Hadsiz hâcâta müptelâ, nihayetsiz a’dânın hücumuna hedef olan ruh-u insanî şu kelimede [Lailaheillallah] öyle bir nokta-i istimdad bulur ki, bütün hâcâtını temin edecek bir hazine-i rahmet kapısını ona açar. Ve öyle bir nokta-i istinad bulur ki, bütün a’dâsının şerrinden emin edecek bir kudret-i mutlakanın sahibi olan kendi Mâbudunu ve Hâlık’ını bildirir ve tanıttırır, sahibini gösterir, mâliki kim olduğunu irâe eder. Ve o irâe ile, kalbi vahşet-i mutlakadan ve ruhu hüzn-ü elîmden kurtarıp, ebedî bir ferahı, daimî bir süruru temin eder. (Mektubat - 20.Mektup)
Ben korkularımla kendimi yalnızlaştırırken sığınacak bir kapım olduğunu unutmuşum. Oysa her şeyi bilen Rabbim, beni de korkularımı da elbette görüyordur. Ben bu yolda yürürken O'na güvenince korkularımın, dertlerimin ne kadar yersiz olduğunu düşünür oldum. Her şeyin yolu önce O Hâlık'ı tanımaktan geçermiş, şimdi anlıyorum O'nu tanıdıkça diğer yollar ne kadar dikenli, engebeli de olsa güllük gülistanlık görünürmüş insana.
Ey beni bu korkulardan Muhafaza eden Allah’ım… Korkuyorum, güçsüzüm, Sana yalvarıyorum. Buraların sahibi Sen’sin, Sana sığınıyorum, korunma talep ediyorum. Madem beni bu yağmurda istihdam ettin, madem beni de bu korktuklarımın arasına gönderdin, kalbime ferahlık verecek yine Sen’sin. Her şeyin Sahibi Sen’sin, ben de Sana sığınıyorum Ey Kudreti Sonsuz. Bana öyle bir teslimiyet nasip et ki korkularımın esiri olmaktan beni kurtarsın. Bana aczimi öyle bir hissettir ki her şeyin mutlak Sahibi’nin sen olduğunu bir an bile aklımdan çıkarmayayım. Beni bu engebeli yollarda nefsimle başbaşa bırakma, fırtınalarda savrulmama izin verme.