Ey Göz, Güzel Gör!
"Güzel gören güzel düşünür;" güzel düşünen, ruhunda iyi şeylerin tohumlarını inkişaf ettirir ve sînesinde kurduğu cennetlerde yaşar gider…
Dünya, bazen karanlıklarla dolu görünür. İnsan hayatında fırtınalar kopar, dalgalar sahilleri döver, bazen de umutla kurulan gemileri sarsar. Yokuşlar bizi yorar, nefesimizi keser. Karanlık bir tünelde yürüyor gibi hissettiğimiz zamanlar olur. Kimi günler bir gece kadar karanlık geçer.
Oysa biz, bu karanlıkların peşine düşmek için değil, içimizde taşıdığımız ışığı çoğaltmak için buradayız. Gördüğümüz her şeyin ardındaki güzellikleri fark etmek, kusurların ve eksiklerin ötesine bakarak, Rabbimizin her işinde bir hikmet, bir rahmet olduğunu bilmek bizim vazifemiz. Güzel görüp, güzel düşünmek; güzel düşünüp hayatı, her anıyla bir hikmet tecellisi olarak yaşamak bizim düsturumuz.
Üstad, bu düsturun ete kemiğe bürünmüş hali gibidir. O, Rabbine karşı tam bir güven ve teslimiyet içinde yaşadığı için, dış dünyanın karanlıklarını ruh dünyasına taşımamış, aksine, bu dış karanlıkların ortasında kendi iç nurunu çoğaltarak bir ışık kaynağına dönüşmüştür. Tefekkürle kainatı okumuş, her varlık ve hadiseyi Allah’ın bir ayeti olarak görmüş, böylece hakikatin izlerini sürmüştür. O her türlü sıkıntıya ve dünya çapında bir yalnızlığa rağmen, sıkıntılar karşısında bir insanın doğal refleksi olan şikâyeti reddederek, hayatını iman hizmetine adamakla kalmamış, karşılaştığı her durumu hakikat namına bir ders olarak değerlendirmiştir.
Tüm zorluklara, sürgünlere, hapis hayatına ve zulme rağmen, bu dünyayı bir isyan yeri değil, bir imtihan sahnesi olarak görmüş; her şartta, vazifesini en güzel şekilde yerine getirmeye odaklanmıştır. Hapishane bile O’nun için bir medrese-i Yusufiye olmuş; zulüm, kendisine daha fazla hizmet etme fırsatı olarak görünmüştür.
Üstad, zulmün ortasında Risale-i Nur’ları yazarak, bir insanın iman gücüyle nasıl dimdik durabileceğini gösterdi. Hocamız ise en zorlu şartlarda dahi, kötülükleri içselleştirmeden, daima güzellikleri görmeye ve göstermeye çalıştı. Şikâyet, isyan ve karamsarlığı bu yolun yolcusuna hiç yakıştırmadı. Her zorluğun bir rahmet kapısını araladığını, her sıkıntının sonunda, sabredenler için bir müjde olduğunu hatırlattı.
İşte bu iki aziz şahsiyetin yürüdüğü yolda ilerlemek, bizim hayatımızı anlamlı kılan en önemli mihenk taşıdır. Biz de her şartta Rabbimize karşı hüsnüzan ile hareket etmekle mükellefiz. Çünkü bu yol, bizim de yolumuzdur.
Bizler de Üstadımız gibi sinemizde bir cennet kurmalı, orada yaşamalı ve oradan seslenmeliyiz:
“Ey göz, güzel gör! Çünkü gördüğün Rabbinden bir tecellidir. Ey gönül, güzel düşün! Çünkü her şeyde bir hayır gizlidir. Ey insan, sabret! Çünkü sabredenler için vaat edilmiş güzellikler vardır.”