İnsanın Yeniden İnşası: Adaletin Ruhu ve Vicdanın Sınavı
Platon, Wendy Brown ve Demokratik Toplumda Mahkûm Haklarının Savunusu
Demokratik toplumlarda özgürlük, onur ve eşitlik gibi değerlere sıklıkla vurgu yapılır. Ancak bu değerler, cezaevi duvarlarının ardında ne ölçüde geçerlidir? Hapsedilmiş bireyler, eğitim hakkı, oy kullanma özgürlüğü ve insanca muamele görmeye devam etmeli midir? Yoksa işledikleri suçlar, onları temel insani ve yurttaşlık haklarından yoksun bırakmayı meşru kılar mı? Bu sorular yalnızca hukuki ya da usule dair meseleler değildir; aynı zamanda demokrasinin etik ve siyasi sınavlarıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de, bir insanı haksız yere öldürmek, bütün insanlığı öldürmekle eş tutulur (Mâide, 5/32). Bu ilahî beyan, insanın ne derece yüce bir değer taşıdığını ortaya koyar. Fıtraten temiz yaratılan insan, hata etmiş olsa da, içinde daima doğruluğa yönelme eğilimini taşır. Bu yönelişin önü kesildiğinde, sadece bireyin değil, toplumun vicdanı da zedelenmiş olur. Bu makalede savunulan temel argüman, Platon ve Wendy Brown’un siyasal düşüncelerini değerlendirmekte, mahkûm haklarının sistematik olarak aşındırılmasının nasıl adalet ve özgürlük anlayışımızdaki derin zaaflara işaret ettiğidir. Her iki düşünürün yaklaşımı, farklı zeminlerden hareketle, insanı ve toplumu merkeze alan bir adalet fikrini savunur.
Adaletin Hikmeti: Platon’un Ruh Merkezli Yaklaşımı
Platon’un Devlet adlı eserinde çizdiği adalet anlayışı, hem bireysel hem de toplumsal düzlemde içsel bir denge ve uyum arayışına dayanır. Ruh; akıl, irade ve iştihadan oluşur. Akıl, irade ile birlikte iştihayı denetlediğinde bireyde adalet ortaya çıkar. Aynı ilke toplumsal düzeye uygulandığında, yöneticiler, yardımcılar ve üreticiler kendi işlevlerini uyumla yerine getirdiğinde adil bir düzen doğar. Platon’a göre suç, bilgelikten uzaklaşmanın, yani cehaletin bir sonucudur.
“Hiç kimse isteyerek adaletsiz olmaz” diyen Platon, cezanın amacını acı vermek değil ruhu terbiye ederek yeniden dengeye getirmek olarak tanımlar. Gerçek özgürlük, arzuların peşinde sürüklenmek değil; ruhun erdemle yoğrulması ve iyiliğe yönelmesidir. Platon’un mağara alegorisi de bu noktada manidardır: Zincire vurulmuş insanlar, sadece duvardaki gölgeleri görerek onları gerçek sanırlar. Ancak içsel bir uyanışla dışarı çıkıldığında hakikatle yüzleşilir. Eğitime, tefekküre ve içsel murakabeye kapalı bırakılan bir mahkûm, bu anlamda “karanlığa mahkûm” edilmiş olur. Oysa her ruh, iyilikle aydınlanma potansiyeline sahiptir.
Brown’un Uyarısı: Özgürlüğün İçinin Boşaltılması
Wendy Brown, çağdaş dünyada özgürlük mefhumunun nasıl dönüşüme uğradığını vurgular. Neoliberal rasyonalite, özgürlüğü yalnızca bireysel sorumluluk ve ekonomik verimlilikle ölçülebilir bir kavrama indirgemiştir. Oysa gerçek özgürlük, sorumluluk bilinciyle birlikte anlam kazanır. Neoliberal düzlemde birey, piyasada üretkenliği kadar değerlidir. Bu anlayış, mahkûmları “yararsız” ve “atıl” varlıklar olarak görmeye yol açar. Onlara eğitim, mesleki gelişim veya siyasal katılım hakkı tanınmaz; çünkü yatırım yapılmaya değmez sayılırlar. Bu, sadece ekonomik değil; aynı zamanda ahlaki bir iflastır. Brown’un eleştirisi, Platon’un ruhsal inşa anlayışıyla örtüşür: Her ikisi de adaletin, insana değer vermekle başladığını savunur. Risale-i Nur’da da insanın, “kâinatın en kıymetli meyvesi” ve bütün esmâ-i ilâhiyeye mazhar bir varlık olduğu ifade edilir. Dolayısıyla, mahkûmu sadece geçmişteki hatasıyla tanımlamak, onun asli değerini inkâr etmektir.
İnsan ve Onuru ve Adaletin Ruhani Derinliği
Ceza sisteminin amacı, bireyi dışlamak değil; topluma yeniden kazandırmak olmalıdır. Platon’un adalet anlayışında olduğu gibi, cezanın dönüştürücü olması; Brown’un vurguladığı üzere piyasa değerinin ötesinde bir insan anlayışına dayanmalıdır. Mahkûmların eğitime, oy hakkına ve insanca muameleye erişimlerinin engellenmesi, sadece onları değil; toplumu da yaralar. Ümidin kapısını aralamadan kimseye gerçek adalet sunulamaz. Kur’ân’da geçen, “Allah tevbe edenleri sever” (Bakara, 2/222) ayeti, her insana değişim ve dönüşüm için kapı aralar. Bu kapı, cezaevinde de açık tutulmalı; eğitim, manevi rehberlik ve sosyal entegrasyon yolları geliştirilmelidir. Mahkûmları sadece geçmişleriyle tanımlamak, onları karanlıkta bırakmak demektir. Oysa her insan bir sabahın eşiğidir.
Sonuç: Adaletin İmtihanı, Vicdanın Uyanışı
Platon ve Brown’un yaklaşımlarını birlikte okumak, bize mahkûm haklarının aslında yalnızca demokrasinin değil; insanlık vicdanının bir meselesi olduğunu gösterir. Platon’un “ruhsal denge” vurgusu ile Brown’un “toplumsal dışlama” eleştirisi, farklı yollardan aynı hakikate ulaşır: Adalet, cezayla değil; insanı anlamakla başlar.
Toplumsal düzen, sadece güçlülerin değil; en zayıfların da gözetildiği bir ahlaki iklimle korunabilir. Bu iklimin en önemli rüzgârı ise merhametle yoğrulmuş adalettir. Mahkûm haklarını savunmak, sadece hukuki değil; aynı zamanda kalbi ve ruhi bir vazifedir. Her mahkûmun içinde, kendini yeniden inşa etmeye hazır bir insan yatar. Biz, bu ihtimali diri tutabildiğimiz sürece adil kalabiliriz.
Kaynakça
- Plato. The Republic. Translated by G. M. A. Grube, revised by C. D. C. Reeve, Hackett Publishing Company, 1992.
- Wendy Brown, In the Ruins of Neoliberalism, Columbia University Press, 2019.
- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010.
- Mâide, 5/32; Bakara, 2/222.